Fotoğrafçı Mustafa Bayram: Fotoğraf, gerçeği temsil eder

Bir röportajdan öte çok keyifli bir sohbet oldu. Sosyal medyanın tanıdık siması fotoğrafçı Mustafa Bayram, kendisini anlatırken bazen güldürdü bazen de düşündürdü. Fotoğrafçılığa duyduğu bağın yanı sıra hayata ilişkin yaptığı değerlendirmeler bizi fazlası ile memnun etti. Açıkçası kendisi ile konuştukça, Mustafa Bayram’ın bulunduğu konumu fazlası ile hak ettiğini düşündük. Hadi, Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarından Mustafa Bayram kimdir, neler yapar, biraz tanıyalım.

Mustafa Bayram Kimdir? Kendinizi Kısaca Tanıtır Mısınız?

1984 yılında Çorum’un Bayat ilçesinde dünyaya geldim. Eğitimime burada başladım. Ankara Üniversitesi’nde Diş Protez Teknolojisi okudum. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümüne devam ettim. Yaşamıma Ankara’da devam ediyorum.

Fotoğrafçı olduğum için elbette günümün büyük çoğunluğunu çekim yaparak ve fotoğraflar üzerinde düzenleme yaparak geçiriyorum. Bunun dışında edebiyata ilgi duyuyorum. Takip ettiğim dergiler var. Kitap okumayı ve kitapçılarda gezmeyi çok seviyorum. Duygusal olarak kendimi hazır hissettiğim zamanlarda şiir yazıyorum.

Resimle de ilgileniyorum. Odamda ya da ofisimde resme ayırdığım alanlar var. Resim sergilerini ya da galerilerini de düzenli olarak takip ediyorum. Açıkçası sanatın birçok dalına ilgiliyim. Fotoğrafçılık hayatımın merkezinde olsa da kendimi birçok alanda geliştirmek için uğraşıyorum ve farklı sanatlardan haz alıyorum.

İlk fotoğraf makinemden 11 yıl sonra DLSR makineme kavuştum. Bununla beraber fotoğrafçılıkta kendimi geliştirmeye karar verdim. Tüm enerjimi çekimlere ayırdım. Fotoğraf tekniklerini keşfettikçe daha fazla çekim yapıyor ve üzerine daha fazla düşünüyordum. Yorulmak bir yana sanki fotoğraf çektikçe dinleniyor ve huzur buluyordum.

Mustafa Bayram

Mustafa Bayram’ı Fotoğrafçı Olmaya İten Şey Nedir? Fotoğrafçılıkla Tanışma Hikayenizi Anlatır Mısınız?

Resim yapmayı sevdiğimi söylemiştim. Okula ilk başladığım günden beri resimle bağım kopmadı. Çalışmalarımı çok seviyordum, halen de seviyorum. Ancak bazı güzellikleri resimle ifade edemiyorsunuz. Özellikle doğanın sundukları resimden çok fazlasıydı. Stefan Zweig; Dünün Dünyası- Bir Avrupalının Anıları kitabında; “Bu sarhoşluk hali, bu tatlı baş dönmesi, düşün dünyamda da etkisini gösterdi. Ağaçlar daha güzel, dağlar daha özgür, doğa daha büyüleyici görünmeye başladı” diyor. Ben de benzer hislerle 1998 yılında fotoğraf makinesi satın aldım.

En heyecanlı, en samimi yıllar diyebilirim. Küçüğüm ve beni yoracak derecede büyük bir fotoğraf makinesi ile geziyorum. Üzerinde flaşı herkesin dikkatini çekiyor. Yorulmuyordum, makine elimde sürekli çekim yapıyordum. Fotoğraf teknikleri ile ilgili bir bilgim yoktu, ancak herkesin yüzünü güldüren çekimler yapabiliyordum. O yıllara ait birçok karemi halen saklıyorum.

İlk fotoğraf makinemden 11 yıl sonra DLSR makineme kavuştum. Bununla beraber fotoğrafçılıkta kendimi geliştirmeye karar verdim. Tüm enerjimi çekimlere ayırdım. Fotoğraf tekniklerini keşfettikçe daha fazla çekim yapıyor ve üzerine daha fazla düşünüyordum. Yorulmak bir yana sanki fotoğraf çektikçe dinleniyor ve huzur buluyordum. Özellikle doğada yaptığım çekimler bana hayat veriyordu. Sanki doğanın bizden saklamaya çalıştıklarını yakalıyor gibiydim. Onun değişimine ayak uydurmak istiyordum. Aynı yeri farklı zamanlarda çekiyor ve doğanın inanılmaz değişimine hayran oluyordum. fotoğrafçılığa çoktan adım atmıştı, farkında değildim.

Fotoğrafçılık Hikayenizden Bahsederken Dahi Heyecanlı Olduğunuzu Görüyoruz. Gözleriniz Parlıyor. Bu Tutkunuzu Sürdüren Şeylerden Bahseder Misiniz?

Mevlâna der ki; “Gönlüm gürültüsüz, patırtısız, harfsiz, sessiz bir söz istiyor!”. Çünkü kelimeler duyguların esiriydi. Kelimeler küfleniyordu, eskiyordu ve yeri geldiğinde ölüyordu. Kelimeler duyguların esaretiyle zehirlenebiliyordu. Hem de kelimeler bazı güzellikleri anlatmakta yeteneksizdi. Ancak fotoğraf öyle değildi. Gustave Flaubert ne düzel açıklıyor: “fotoğraflar, görmez, duymaz, konuşmaz sadece bakar.” Hem çekenin gözüyle bakar. En yalansız bilgiyi, en doğal güzelliği fotoğraflar sunuyor. İşte bu duygularla fotoğrafa büyük bir aşk duyuyorum.

Peki sadece bu duygu yetiyor mu? Diye sorarsanız elbette yetmiyor. Motivasyonumu devam ettirmek için çeşitli kaynaklardan besleniyorum. Bunun için öncelikle sürekli çocukluğumu hatırlıyor ve o ilk heyecanıma geri dönüyorum. İnsanların fotoğraflarımda duyduğu mutluluğu içimde hissediyorum. Bununla birlikte elbette fotoğrafçılığın duayeni olan kişileri yakından takip ediyorum, onların hayatlarından ve çalışmalarından faydalanıyorum.

Gözümü kamaştıran, bende huzur doğuran anları ölümsüzleştirmek istiyorum. Yağır Gönüler; “Fotoğraf çekmek, doğanın kurallarına son derece uygun. İnsana kaybetme korkusu çok şey yaptırır çünkü” diyor. Bir daha o an denk gelmeyecekmiş gibi çekimlere koşuyorum. Bir arının çiçeğe konması.. Bir kuzunun annesine koşması…Baharla uyanan ağaçlar…Beyaza boyanan dağlar…Gürüldeyerek akan çaylar…Anadolu kadınının mahzun duruşu…Yırtık ayakkabılı çocuğun gözlerindeki umut…Açıkçası bunlar benim fotoğraf aşkımı daha da alevlendiriyor.

Sosyal Medyadaki Paylaşımların Artması İle Birlikte Ülkemizde Fotoğrafçılığa Karşı Bir İlgi Var. Ancak Çoğu Kişi Emek Vermeden Mükemmeli Yakalamaya Çalışıyor. Bu Konuda Ne Düşünüyorsunuz?

İnsanların fotoğrafa ve fotoğrafçılığa olan ilgisinin artması beni fazlasıyla mutlu ediyor. Ancak bu konudaki yaklaşımı biraz değiştirmemiz gerekiyor. Şımarıklık olarak düşünmesinler ama iyi makine iyi fotoğraf çekmiyor. İlk bakışta göze güzel gelen kareler yakalayabilir, ancak on sene sonra bile bir anlam içeren ve bakanı düşündüren fotoğraflar çekmek hem maharet hem de emek istiyor.

Nasıl iyi bir araca sahip olan kişi iyi bir şoför olamıyorsa, iyi bir fotoğraf makinesine sahip olan kişi de iyi fotoğrafçı olamıyor. Özellikle sosyal medyadan “hangi makine ile çektin” sorularını alıyorum. Bu alana ilgi duyanların fotoğraf makinesinin araç olduğunu bilmesi gerekiyor. Ara Güler’in en derin fotoğraflarını, dünyaca ünlü fotoğrafçı Steve McCurry’nin ödüllü karelerini düşünelim. Şimdiki kullanılan makineler mi vardı? Bu nedenle kişinin odaklandığı yer ile kurduğu bağ ve fotoğraf tekniğini daha önemli buluyorum.

Ayrıca iyi makineler alarak fotoğrafçılık mesleğine giriş yapanları görüyorum. Hatırı sayılır bir oranda para da kazanıyorlar. Ancak fotoğrafçılığı ticari alan olarak değerlendirip herhangi bir meslek olarak bakanların fotoğraflarındaki yalınlığı görüyorum. His yok, anlam yok, renklerin karmaşasından oluşan bir kare. Objektife yıllarını harcayanların sanatsal nitelikteki çekimleri ile tacir çekimlerini karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum.

Fotoğrafçılık Onlarca Branşı Barındıran Geniş Bir Kavram. Siz Kendinizi Nerede Konumlandırıyorsunuz? Bu Alanın Gelişmesi İçin Neler Yapıyorsunuz?

Aslında mesleğimi yaparken Ankara’ya bağlı kalmak istemiyorum. O nedenle sürekli seyahatlere çıkıyorum. Anlık olan beni çeken, heyecan uyandıran yerlere gidiyorum. Bir hafta Karadeniz’de iken diğer hafta soluğu Akdeniz’de alıyorum.

Ama net bir cevap isterseniz kendimi fotoğrafçılığın eğitim alanında görüyorum. Çünkü ben ülkemizdeki en büyük eksikliğin eğitimlerde olduğunu düşünüyorum. Evet moda, portre, doğa, spor gibi alanlarda onlarca başarılı fotoğrafçı var ama tüm ülkeyi saran bir eğitim organizasyonu yok. Yerel eğitim kursları yüzeysel eğitimleri önüne geçemiyor. Eksik teoriler ve yetersiz çekim pratikleri ile belki de birçok yeteneği kaybediyoruz. Bir kısmının da hevesini kaçırıyoruz. Ben bu boşluğu doldurmak istiyorum. Ve bu işin eğitim kısmına odaklanıyorum. Bu amaçla Altınkare Fotoğrafçılık ve Sinema Kulübü Derneği’ni kurdum ve birikimlerimi aktarmak için çabalıyorum.

Altınkare Derneği’nin İsmi Nereden Geliyor?

Derneğin ismi aslında çok eskilere dayanıyor. 2010 yılında sosyal medya platformu Instagram kurulmuştu ve hızla yayılıyordu. Bir fotoğraf uygulaması olmasından dolayı fotoğrafçıların mutlaka olması gerektiğini düşünüp hemen kaydoldum. Aklıma gelen birçok isim, başka kullanıcılar tarafından alındığından “Altınkare” kullanıcı ismini aldım ve paylaşımlar yapmaya başladım. Belki sonradan değiştirebilir ya da yeni hesap açabilirdim ama duyanların aklında kaldığını fark ettim. Arkadaşlarım bile “Altınkare” nasıl gidiyor diye sormaya başladığında “oldu bu iş” dedim.

Sokak eğitimlerine başladığımda ayrı bir isim kullanmak istemedim. Hem kendi ismim hem Instagram ismi varken üçüncü bir isme gerek yoktu. “Altınkare Fotoğraf Akademisi” adıyla Ankara sokaklarında oldukça başarılı işlere imza attım. Ücretsiz verdiğim dersler dilden dile dolaştı. Eğitim günlerimi sabırsızlıkla bekleyen öğrencilerim oldu. Altınkare ailesi büyüdü ve sokaklara sığmaz hale geldi. Artık bunu amatör ruhla devam etmeyeceğini düşündük ve 2017 yılında derneğimizi faaliyete geçirdik.

Dernek Kapsamında Hangi Faaliyetler Yürütülüyor?

Derneğimiz, fotoğraf ve sinemayı merkezine alarak sanata katkı sağlayacak her türlü etkinlikte bulunmaya çalışıyor. Eğitimlerimizi burada ayrı bir yere koymak istiyorum. Çünkü her bir dakikası dolu geçen, eğitim sonunda kursiyerlerin mutluluklar ayrıldığı kaliteli eğitimler veriyoruz. Öğrencilerimizin istediklerini biliyoruz ve onların iyi bir fotoğrafçı olmaları için uğraşıyoruz.

Her platformda dile getiriyorum. Kişilerin içindeki cevheri ortaya çıkarabilirseniz iyi fotoğraflar çekebilir. O nedenle ben sanatsal fotoğraflar çekecek cevherler ortaya çıkartmak istiyorum. Büyük bir aşkla eğitimlerime sarılıyorum. Diğer kursların eksiklerini de görerek dernekteki kurslarımızı geliştiriyoruz. Özellikle Temel Fotoğrafçılık Kursu eğitimlerimiz inanılmaz ilgi görüyor. Çoğu zaman ek kurs açmak ve yeni sınıflar oluşturmak zorunda kalıyoruz.

Şu an “81 İlde Fotoğraf Kampı” ismiyle bir eğitim programı başlattık. Tüm illerimizi gezeceğiz ve 2 günlük eğitimler ile fotoğrafçılığı sevdireceğiz. İlk gezilerimizi yaptık. Gideceğimiz illeri önceden sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyor ve ön talep alıyoruz. Fotoğrafçılığa yeni yüzler kazandırmak için çalışıyoruz.

Tabi bununla da yetinmiyoruz. Derneğin çok yönlü olmasını ve gerçekten alana katkı sağlamasını istiyorum. Düzenli olarak geziler yapıyoruz. Oldukça eğlenceli ve verimli geçen geziler. Günler öncesinden kontenjanlarımız doluyor. Söyleşiler düzenleyerek fotoğrafçılık ve sinemanın değerli isimlerini kursiyerlerimiz ile buluşturuyoruz.

Fotoğrafçılık Alanında Kendisini Geliştirmek İsteyen Gençlere Ne Tavsiye Edersiniz?

Öğrencilerime iyi bir insan olmanın ve özgün davranmanın iyi bir fotoğrafçı olmaktan önce geldiğini belirtiyorum. Onlara Nurettin Topçu’nun “İnsan kendi iç gözleminden uzaklaştığı nispette otomat ve taklitçi olmaya mahkumdur. İçindeki aleme kuvvetle dalmayan, onu tanımayan insan etrafındakileri taklit eder, umumi cereyana kendini kaptırır, herkes gibi olur” satırlarını hatırlatıyorum.

Taklitçilik kısa vadede olumlu gibi görünse de uzun vadede yeteneği öldürdüğünü biliyorum. Taklit eden kişi zamanla kendine güvenini yitiriyor. Mustafa Bayram, birisini taklit ettiği için değil, kendi olmak istediği için burada. Mert Alaş, bambaşka bir çizgide ilerlediği için harikalar yaratıyor. Ya da Nihat Odabaşı, benzersizliği ile adından söz ettiriyor. Kendileri gibi olmaktan korkmasınlar. Beğeni almak için değil, beğendikleri için çeksinler. Takdir toplamaya değil, fotoğrafla bağ kurmaya odaklansınlar. İstedikleri başarı zaten kendiliğinden gelecektir.


Habere Git

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir